Bu yıl içerisinde üst düzey bir yönetici
ekibiyle yaptığım bir çalışma sırasında bu konu gündeme geldi ve bir süre
tartışıldıktan sonra, maalesef iş yönetiminde demokrasinin pek yeri olmadığı
gibi bir sonuç çıkarıldı.
Bu düşünüşü biraz daha irdelemek gerektiğini
düşünüyorum. Öncelikle işyerlerinde demokratik yaklaşımın ne olabileceğine
bakabiliriz. Özellikle de bu yazıda iki kavramın üzerinde durmak istiyorum.
Buradaki birinci kavram “katılımcılık” olacaktır.
Peki hangi konularda?
Muhtemelen şirketin hangi pazara gireceği,
hangi alanlarda kaynaklarını kullanacağı konularla ilgili kararların tamamı,
türlü sebeplerle, katılıma açılamayabilir.
Kurumsal stratejiyi ilgilendiren başka bazı konular da gizlilik gibi
nedenlerle katılıma açılmayabilir. Ancak mevcut işleyişle ilgili hemen her
karar çalışanların açık tartışmasına konu edilebilir.
İlgili ikinci kavram “şeffaflık” olacaktır. Bu
da aynı şekilde kurum içi uygulamalarda sorunlar oluşturabileceği düşüncesiyle
maalesef yaşatılmayan bir değer olarak karşımıza çıkıyor. Oysa ki şeffaflığın
getireceği rahatlık ve temizlik iletişimi hızlandıracak, çalışanların ne
olduğunu anlamak için harcadığı gereksiz enerjiyi işlerine yöneltmelerini
sağlayacaktır. Burada da liderlerin olumsuz deneyimleri olduğu için bir direnç
sezilmekte. Şeffaflık sınırlarını her seferinde biraz daha zorlamak gerekmektedir.
Her iki kavramın da karşılık bulabileceği
alanlar neler olabilir? Adeta hızlı bir liste yaparsak, tasarruf tedbirleri,
organizasyonel yapıyla ilgili konular, yenilik arayışları, yeni bir uygulamanın
hayata geçirilmesiyle ilgili prensiplerin ya da adımların belirlenmesi, yıllık
stratejiler, sosyal sorumluluk projeleri, günlük hayattaki herhangi bir
uygulama, takımların kendi içinde ve takımlar arası çalışmaların nasıl
yürütüleceğine dair anlaşmalar, ofis tasarımları, diğer günlük konular gibi pek
çok konu katılım ve şeffaflıkla ele alınabilir.
Buna engel nedir peki? İlk olarak karşımıza
hız çıkıyor. Ancak hızla yukarıdan verilen kararlar benimsenmeyince,
çalışanların kendi arasında yaptığı konuşmalardan dolayı ortaya müthiş bir
enerji kaybı çıkıyor. İkinci olarak her kararın ikna yoluyla alınmasının
yaratacağı karmaşa engel olarak gösteriliyor. Doğrudur, bu kaotik bir ortama
yol açabilir. Ancak zaten içinde bulunduğumuz çağ ve iş yaptığımız pazarlar
yeterince kaotik; bu ortama tam düzenle müdahalede bulunmamız pek mümkün değil.
Bunun yerine, hızı artırmak ve kaotik ortamın daha çabuk düzene kavuşabilmesi
için bazı prensipler belirlenebilir. Örneğin “%60 mutabakat %100 adanmışlık” iyi
bir prensip olabilir. Yani bir konu yeteri kadar tartışılıp belli bir yöndeşlik
sağlandığında herkesten alınacak karara %100 bağlı olmalarını istemek o kadar
da zor olmayacaktır.
Ne kazanacağız? Öncelikle iş hayatına yeni
giren insanların bağlılığı üzerinde çok olumlu katkısı olacağına inanıyorum.
İnsanların kurumu ve uygulamaları sahiplenmelerinden dolayı ekstra bir
performans artışı yaşayacağız, tek başına tüm parametreleri görmek nerdeyse
imkansız olduğu için daha geniş bir bakış açısıyla karar vermiş olacağız.
Evet başta daha zorlayıcı olabilir ama
demokrasi yaşanarak öğrenilen ve kendini oluşturan bir kavram aynı zamanda.
Kurum bunu yaşadıkça kendi versiyonunu daha iyi keşfedecektir. Aynı düşünceyle
eğer insanların 8-10 saatini geçirdikleri ortamları demokratikleştirebilirsek,
ülkemizi ve dünyayı da daha demokratik bir yer haline getirebiliriz.
kışkırtıcı soru varılacak son nokta demokratlık mıdır yoksa başka yönetim şekli midir?
YanıtlaSil